Meclis Başkanı Kurtulmuş’tan yeni anayasa açıklaması
TBMM Başkanı Kurtulmuş, Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle ilgili, “Bunu ısrarla gündeme getirmek lüzumsuz zaman kaybı. 1920’den beri bu vatanın bekçisi, Türk milleti ve yetkilendirdiği TBMM’dir” dedi.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Rusya dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Numan Kurtulmuş’un açıklamaları şöyle:
Görüşmelerimizin geneline baktığımızda hem toplantıların çeşitliliği hem de içerikleri itibarıyla bizim planladığımızdan çok daha verimli toplantılar oldu. Böyle bir konjonktürde, Türkiye ile Rusya arasında bölgesel ve küresel meseleler de dahil olmak üzere tüm konuların detaylı bir şekilde ele alınması çok faydalı oldu. Açıkçası çok anlamlı bir ziyaret olduğunu söyleyebilirim. İnşallah sonuçları da iyi olur. Bundan sonra ele aldığımız bu başlıkları takip edip, hedefine ulaşmasını, sonuçlanmasını temin etmeye çalışacağız.
SORU – CEVAP
Buradaki ziyaretinize üst düzey bir ev sahipliği yaptılar ve ciddi bir ilgi vardı. Rusya’nın Türkiye’ye ilgisinin gerekçeleri nedir?
Tabii ki Türkiye’nin özellikle dış politikada izlediği ilkeli, çok taraflı ve barışçıl politikanın bunda çok büyük etkisi var. Muhataplarımızın tamamı biliyor ki; Rusya-Ukrayna krizinin çözülmesinde Türkiye çok yoğun bir gayret sarf etti. Belli bir noktaya da gelinmişti zaten. Sayın Putin ile görüşmemizde ben Dolmabahçe Mutabakatı’nı dile getirdim. Ama Dolmabahçe görüşmelerinde maalesef Ukrayna’yı masadan kaldırdılar. Rusya da bu gelişme neticesinde “Biz zaten anlaşmayı kabul etmiştik, dolayısıyla anlaşmayı biz bozmadık. Karşı taraf bozdu” demişti.
İlkeli, çok taraflı bir tutum izlenmiş olması, sorunlara takılmak yerine onları çözme iradesiyle davranılması, Türkiye’ye olağanüstü yüksek bir güvenilirlik kazandırdı. “Türkiye bir şey söylerse bunu yapar.” Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsında da böyle çok yüksek bir güven duygusu oluşmuş. Rusya’da, beklediğimizin üstünde bir teveccühün olmasının temel nedenlerinden birisi de Türkiye’nin izlediği bu ilkeli ve etkili tutumdur.
Rusya Federal Meclisi Federasyon Konseyi Genel Kurulu’na hitap etme imkânı vermeleri de fevkalade önemli. Türkiye’den bir siyasetçi ilk kez Genel Kurul’da konuşuyor. Bu çok anlamlıydı. Konuşmayı başından itibaren dikkatle izlediler. İnşallah faydalı olur.
Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi’nde BRICS ve NATO’yla ilgili de sorular geldi.
BRICS ağırlıklı olarak ekonomik iş birliği teşkilatı, NATO bir savunma iş birliği teşkilatı. Türkiye NATO üyesi ama aynı zamanda Rusya’yla da iş birliği içerisinde. Türkiye hiçbir zaman bu ilişkileri birbirinin alternatifi olarak görmedi. Böyle düşünmediğimizi, kategorik olarak böyle bir anlayışa karşı olduğumuzu başından itibaren söyledik. Bu Türkiye’nin dış politikada elini rahatlatacak bir yaklaşımdır. Açıkçası BRICS’in güçlenmesinin ve bir denge oluşturmasının dünya barışının korunmasında etkili olacağı kanaatindeyim.
Gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerek siz aynı anda New York ve Moskova’da “BM’nin yapısının değişmesi” gerektiğini söylüyorsunuz. Bu söylemden ne zaman sonuç alınacak, ne düşünüyorsunuz?
Dünya maalesef sanki bir felakete doğru koşar adım gidiyor. “Kavgada yumruk aranmaz” denir ya, kimin kime ne zarar vereceğinin önceden tespit edilemeyeceği bir döneme girebiliriz. Özellikle İsrail’in saldırganlıkları dünyayı böyle bir noktaya getirdi. Dünya halkları bağlamında; yani çeşitli ülkelerde ve coğrafyalardaki özellikle barış, adalet duyguları yüksek geniş kitleler için söylüyorum, bu türbülansın içerisinden çıkmanın en pratik yolu yeni bir küresel sistemin kurulmasıdır. Çok kolay bir şey olmadığının farkındayım. Hiç kimse sahip olduğu ayrıcalıkları ya da avantajlı olduğu konumları değiştirmek istemez. Tabii, dünya sisteminde bu tür köklü değişiklikleri talep eden fikirlerin bir olgunlaşma sürecinin olacağı da aşikardır.
Türkiye olarak bunları, Sayın Cumhurbaşkanımızın BM’de ilk kez dile getirmesinden önce de söylüyorduk. O zamanlar belki insanlar ne demek istediğimizi tam olarak anlamıyordu. Şimdi bu sıkıntıları bizzat pratikte yaşıyorlar. Artık bu tezin destekleyicisinin çok daha fazla olacağı bir döneme giriyoruz. Yeni sistem iki temel eksen üzerinde kurulmalıdır. İnsanların yaratılışta eşitliği ve devletlerin egemenlikte eşitliği…
Ülkeler, “Biz veto hakkına sahibiz” diyerek böylesine çarpık bir düzenin devam etmesini umarım savunmazlar. Çünkü krizin ve çatışmanın gittikçe yükseleceği bir döneme doğru hızla ilerliyoruz. Büyük bir uluslararası kriz patladığında veto hakkı kimseye bir avantaj sağlamayacak. Bu nedenle yeni sisteme bir hazırlık süreci, olgunlaşma süreci gerektiğini düşünüyorum.
“ELİMİZDEKİ EN ÖNEMLİ ŞEY HALKLARIN BASKISI”
İsrail’in saldırganlığı nasıl durdurulacak?
İsrail; kural temelli uluslararası sistemi yıkmıştır. Amerika ve Batı da bu sistemin yıkılmasına seyirci kalmıştır. Hatta bazı ülkeler neredeyse alkışladılar bu süreci… Ama her politik gelişme ve olayda olduğu gibi bunun da bir bedeli var siyasetçiler için…
Batı dünyasında, benim insanlık cephesi adını verdiğim ve başlangıçta kimsenin hesap edemediği muazzam bir sivil direniş ortaya çıktı. Amerika’da, Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da, İrlanda’da, dünyanın birçok başkentinde ve hatta İsrail’in içinde de makul, vicdan sahibi, akıl sahibi insanlar sokaklara indi. Bu protestoların varlığı, ikiyüzlü davranan siyasetçileri, hükümetleri her koşul ve şartta İsrail’i desteklemekten vazgeçirecektir.
7 Ekim’den bu yana birçok uluslararası toplantıya katıldım. Şunu çok açık söyleyebilirim. En başta, batılı devletlerin temsilcileriyle Filistin-Gazze meselesini konuşamıyorduk bile…
Bir uluslararası toplantıda, Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesinin bombalanmasından birkaç gün sonra, heyetler arası görüşme yaparken, önemli bir Batı ülkesinin meclis başkanına bu konuyu açtım. “Bu kadar sivil öldürülüyor, insan öldürülüyor, hastanedeki bebekler öldürülüyor, buna dur dememiz lazım, hep beraber gayret sarf etmemiz lazım.” diyorum. Bana verilen cevap şu, “Nereden biliyoruz İsrail’in yaptığını, belki Hamas orayı bombalamıştır.”
Bu kadar delicesine bir İsrail tarafgirliğinin bu politikacıları kurtarmayacağı artık bellidir. Elimizdeki en önemli şey, halkların baskısıdır.
Çok büyük bir insanlık cephesi oluştu, hükümetlerin de halkların bu baskıları karşısında artık eskisi kadar rahat olamadığını katıldığım uluslararası toplantılarda görüyorum.
İsrail karşısında bir güç oluşturulamadığı için mi bu kadar acımasız ve kural tanımaz davranabiliyor?
İsrail’in en büyük gücü ne Amerika’dır ne askeri teknolojisidir ne uluslararası medyadaki hakimiyetidir ne uluslararası finans çevrelerindeki ne de uluslararası akademideki hakimiyetidir. Bunlar İsrail’e bir güç veriyor ama İsrail’in en büyük gücü, bölge ülkelerinin, İslam ülkelerinin dağılmışlığı, parçalanmışlığı ve çaresizliğidir. Dünya halkları tepkilerini gösterirken, Türkiye olarak bizlerin de bölge ülkelerini, Ortadoğu ülkelerini aralarındaki siyasi farklılıkları bir tarafa bırakıp birlikte hareket edebilecekleri bir noktaya getirmemiz şart. Çok acıdır; Suriye’deki iç savaş başladığında insanlar Lübnan’a kaçtılar, şimdi ise Lübnan’dan Suriye’ye kaçıyorlar. Şunu artık görmek lazım. Siyonizm’in paranoyak bir dini argümanla beslediği; Nil’den Fırat’a kadar bu bölgeyi hakimiyet altına alma siyaseti son aşamasına geldi. Türkiye’de bu siyasetin nihai hedeflerinden biridir. Bu tehlikeye karşı uyanık olmamız gerekiyor. Türkiye ile Suriye arasındaki sorunların süratle çözülmesi ve normalleşmenin ötesinde çok yakın diyalogların ortaya konulması lazım. Netanyahu ve çetesi şöyle görüyor; ‘Biz ve bize köle olmak zorunda olan Orta Doğu halkları.’ Orta Doğu halkları eğer köleleştirilmeye rıza göstermiyorlarsa birleşmeye, bütünleşmeye doğru yönelmelidir.
“SURİYE’NİN TÜRKİYE’YE İHTİYACI VAR”
Suriye ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Suriye’den, “Türkiye ile geri çekilme şartını kabul etmeden masaya oturmayız.” açıklaması geldi. Sürekli bu konu tekrarlanıyor. Neler söylersiniz?
Türkiye, Suriye’deki iç savaşın çıktığı ilk andan itibaren, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan bir ülkedir. Çünkü Suriye’nin dağılması, parçalanması Orta Doğu’nun istikrarsızlığını arttıracak bir faktördür. Dolayısıyla asıl olan, Suriye’de istikrar ve toprak bütünlüğünü sağlayacak adımların atılmasıdır. Bunun için Suriye’nin açık bir şekilde Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Biz hiçbir ülkenin toprağında kalıcı olmak istemeyiz. Hiçbir zaman böyle bir emperyal düşüncemiz olmadı. Ama aksini iddia edenler önce şu soruya bir cevap versinler; PYD’yi, YPG’yi, PKK’yı kimler, niçin destekliyor, istikrarsızlık merkezi olarak bunları bölgenin ortasında kimler kolluyor? Bu örgütlere kimler lojistik, silah, istihbarat desteği veriyor? Suriye’yle ilgili problemin ne olduğunu, bu soruya cevap verdiklerinde ancak anlayabilirler.
İran’ın son dönemde hem başına gelenlere hem de İsrail ve bölge ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Hiçbir ülkenin, bölge ülkeleri arasındaki ihtilafı birinci sıraya koyarak İsrail meselesini anlaması mümkün değildir. Yani Lübnan’da patlatılan bombayla, İsmail Heniye’nin şehit edilmesi için kullanılan bombanın hiçbir farkı yoktur. Bombaları patlatan diyor ki; “sizi dünyanın neresinde olursanız olun vururum, istediğim sonucu elde ederim.” Buna verilecek cevap, Netanyahu ve çetesini karşımızda makul bir devlet varmış gibi telakki ederek çözüm üretmek değildir. Karşımızda terör örgütü gibi, terör metotlarını meşru gören, hatta zaman zaman kutsayan akıl dışı bir yönetim var.
İran bunun farkında mı?
Bu bölgedeki gelişmelerin herkes farkında… Ama artık “Filistinlileri verin kurtulun” politikasının kendilerini ayakta tutmayacağına kani olduklarını zannediyorum.
YENİ ANAYASA MESAJI
İç siyasetle ilgili bir soru sormak istiyorum. Küresel bir sorun yaşanıyor ama bizde de anayasa tartışması var. Yeni anayasanın yapılma şansı var mı?
Var tabii. Şansımız da var, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin böyle bir sorumluluğu da var. Aslında başından itibaren fevkalade açık, şeffaf bir süreci yürütmeye gayret ettik. Bütün partilerle görüştük. Son görüşmelerimizde hiçbir parti kategorik olarak kapıyı kapatmadı, “biz müzakereye kapalıyız” demedi. Tabii anayasa yapım sürecinin sağlıklı işleyebilmesi için siyasetteki diyalog zemininin de sağlıklı işlemesi lazım… Anayasa ya da diğer temel meselelerimiz neyse bunlarla ilgili çözüm üretmenin siyasete katkıda bulunacağını, anayasa yapım sürecindeki müzakerelerin açık, şeffaf ve hiçbir ön kabul olmadan yürütülmesinin siyaseti normalleştirileceğini, çift taraflı bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. Bunu yurt dışı ziyaretlerimizde de görüyoruz. Şu anda kafilemizde TBMM’deki partilerden vekillerimiz var. Toplantılarda bu görüntüyü verdiğimiz zaman derdimizi daha net anlatabiliyoruz. “Evet, ülke içerisinde farklı siyasi kanaatlerimiz, farklı görüşlerimiz var ama Türkiye’nin mili meselelerinde ittifak halinde hareket ediyoruz” mesajı çok önemli…
Meclis Başkanı olarak şunu söylemek isterim. Anayasa süreci iç politikadaki tartışmalara heba edilmesin. İç politika, partilerin tutumları farklı olabilir ama sonuçta anayasa ortak bir sorun, ulusal bir sorunumuz. Bazı siyasetçilerimiz maalesef yanlış cümleler kuruyorlar, yanlış şeyler söylüyorlar; “Meclis Başkanı’nın elinde hazır bir anayasa var, dolaşıyor, partileri ikna etmeye çalışıyor” diye. Külliyen yanlış! Eğer kasıt varsa külliyen yalandır. Bir madde dahi hazır bir şey yok. Aksine diyoruz ki, bütün partiler, kendi politik kimlikleri çerçevesinde görüşlerini dile getirsin.
Ekim ayından başlayan bir yıllık bir takvim oluşturduk. Hukuk camiasıyla, üniversite camiasıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla, kooperatiflerle, KOBİ ve esnaf örgütleriyle, sanayicilerle, öğrencilerle, emeklilerle, toplumdaki tüm gruplarla, görüşlerle, örgütlerle, kısacası tüm halkımızla belli aralıklarla bir araya geleceğiz. Özellikle üniversitelerimizin bu konuya ilişkin fikirleri olgunlaştırmasını bekliyoruz. Önyargısız bir süreci sürdürmeye gayret edeceğiz. Samimiyetle söylüyorum; üzerime düşen, bu süreci yürütmeye çalışmaktır. Herhangi bir kimseye, bir partiye görüş empoze edecek noktada değilim. Böyle bir şey de asla yapmam. Ama daha önce çok net ifade ettim ve hala ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi anayasa yapma yetkisine de gücüne de sahiptir.
“Bu meclis anayasa yapamaz” diyenler demokrasiyi özümsememiş olanlardır. Eğer meclisteki partiler ortak bir metinde buluşabilirse anayasayı yaparlar. Israrla söylediğimiz şey, “Kimse bu süreci zehirlemesin!”
İlk tur görüşmelerinizde anayasanın ilk dört maddesiyle ilgili bir talep oldu mu?
Hayır, gündeme gelmedi. İlk dört madde tartışması, lüzumsuz yere vakit kaybetmektir. Mecliste temsil edilen partilerin çoğunluğu hatta tamamına yakını ilk dört maddeyle ilgili en ufak bir problemleri olmadığını ısrarla söylüyor. Dolayısıyla ilk dört madde konusu gündeme gelmeyecektir.
Nihayetinde anayasa yapmak bir aritmetik meselesi. Meclisin kahir ekseriyeti ilk dört maddeyi tartışmayı uygun görmüyorsa bu ısrarla gündeme getirmek lüzumsuz bir zaman kaybıdır. Sanki böyle bir tartışma varmış gibi ilgili ilgisiz herkes topa giriyor ve bunun üzerinden vatan bekçiliğine soyunuyor.
1920’den beri bu vatanın bekçisi, egemenliğin kayıtsız, şartsız sahibi olan Türk Milleti ve onun yetkilendirdiği TBMM’dir.
Ekim ayından itibaren toplumun geniş kesimleriyle ilgili görüşmeler olacak dediniz. Benim iki sorum var. Bu nasıl bir sistemle yürüyecek? Yani diğer partilerden katılanların oluşturduğu bir komisyon mu bu görüşmeleri yürütecek, yoksa her parti kendisi görüşüp mü getirecek?
Bunlar istişari süreçlerdir. Anayasayla ilgili fikirler netleştikten sonra bir süreç içinde nasıl yasalaşacağı bellidir. Mecliste konuya ilişkin gerekli tartışmalar yapılır. Bugüne kadar içerik tartışmalarından ziyade usulle ilgili konuların gündeme getirilmesini uygun bulduğumu ifade ettim. Nasıl bir komisyon oluşacak, nasıl çalışacak, usül nasıl işletilecek bunlar partiler arası diyaloğun bir sonucu olarak ortaya çıkar.
O zaman bir görüşme zinciri daha olacak, öyle anlaşılıyor.
Hiç şüphesiz. Birkaç tur daha olacak. Partiler kendi tekliflerini yapacaklar. Önemli bir nokta, yeni anayasaya ilişkin tartışmaların, toplumda yeni bir kamplaşma, kutuplaşmaya vesilesi olarak kullanılmamasıdır. Partilerin anayasası olmaz, halkın, milletin anayasası olur. Nihayetinde anayasalar bir toplumsal sözleşmedir.
CHP anayasa sürecine nasıl bakıyor?
İlk temaslarımızda anayasa yapım süreciyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi’nin müspet yaklaştığını, en azından kapıyı kapatmadığını söyleyebilirim.
Yani çeşitli tedbirler alınıyor ama Türkiye’nin önünde de ekonomik bir sorun var. Uluslararası alanda çok ciddi kaotik gelişmeler var. Anayasa konusu öncelikli midir, hayati midir, ne düşünüyorsunuz? Dünya böyle bir süreçten geçerken yeni anayasa gerekli midir?
Bir kere şunu görmemiz lazım; bazıları “çok maddesini değiştirdiniz, daha ne istiyorsunuz” diyor ama 12 Eylül Anayasası’nın ruhu anayasa metinlerinin içerisindedir. Hâlâ özgürlükçü bir ruha kavuşamamıştır. Geçmiş dönemlerde vesayet mekanizması işlevi gören kurumların bundan sonraki görev ve yetkilerinin ne olacağı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra, yetki, denetim mekanizmalarının neler olacağı, güçler ayrımının nasıl sağlanacağı gibi çok temel konularda bir ihtiyaç var. Anayasa bundan dolayı gündeme geliyor. Türkiye’nin darbe anayasasından kurtulmasının zamanı geldi. “Hayır, bırakalım başka bir zamana kalsın.” demek böylesine bir ihtiyacı ötelemektir.
Biz de siyaseti gayet yakından izliyoruz. Kamuoyu yoklamalarında “yeni bir anayasa yapılsın mı?” diye sorduğunuz zaman anayasa meselesinin ilk sırada olmadığı aşikardır. Meclisteki en çok oy almış iki parti başta olmak üzere, diğer partiler de birlikte ortak bir noktaya gelinirse, yeni anayasa zaten partiler üzerinden kitleselleştirilmeye başlamış demektir. Partilerin müzakere ettiği ve üzerinde uzlaştığı bir metin, halkın da benimseyeceği bir metindir.
Yeni yasama dönemi başlıyor. Bu konuda milletvekillerinden bir beklentiniz, onlara çağrınız var mı?
Meclis kapanmadan evvel gerçekleşen görüntüler maalesef herkesi üzdü. Meclis temiz bir dil kullanarak, karşısındakine saygı göstererek, meramını kimseye hakaret etmeden anlatarak siyaset yapılan, yapacağımız bir yer; hepimiz halkın temsilcileriyiz, bu vakarla, bu bilinçle davranmamız gerekir. Mecliste muhataplarına birtakım fiili müdahalelerde bulunmak ne vekillerimize ne de Meclisimize yakışır.
Meclis başladığında önce Meclis Başkanlık Divanı’yla, arkasından da partilerin grup başkanvekilleriyle bu konuları görüşmeyi planlıyorum. Burada her birimize sorumluluk düşüyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, saatlerce, günlerce çalışmış, o kadar çok müzakereler yapılmış, yeri gelmiş iktidar partisi konuşmalarından feragat etmiş, yeri gelmiş muhalefet partileri önergelerini geri çekmiş, bu kadar nezih bir çalışma ortamı gerçekleşmiş ama maksadını aşan sözler, hakaretler ve karşısındakine zarar verecek birtakım eylemler neticesinde, neredeyse meclisin bir yıllık çalışması heba olacaktı. Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu hak etmiyor.
Bütün ülkeleri dolaşıyoruz. Dünyada en fazla mesai harcayan meclislerden birisi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Hem komisyonlar hem de genel kurul olağanüstü çalışmalar ortaya koymuştur. Bu kadar müzakerenin, bu kadar sözün, bu kadar işin, bu kadar politik çabanın içerisinde hakaretler, topyekûn suçlamalar, yumruklaşmalar, kavgalar; bunlar bize yakışmıyor, doğru şeyler değil. Hem iyi bir dil hem de karşısındakine saygı temelinde arkadaşlarımızın kendisine çekidüzen vermesi lazım.
Bu konularda iç tüzükte bir ceza yok mu?
Var tabii. Ama cezaların etkin bir şekilde uygulanması gerekir. Gerekirse iç tüzük değişikliğiyle bu cezaların arttırılması da mümkündür.
İÇ TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİ
İç tüzük değişikliği konusu gündeme gelir mi?
Meclis başkanı seçildiğimde ilk konuşmamda söylemiştim. İç tüzük değişikliğine de ihtiyaç var. Mesela komisyonların isimlerinin değiştirilmesinden, meclisin haftalık müzakere süreçlerinin yeniden dizayn edilmesine kadar bir sürü alanda değişiklikler yapılabilir. Bu konuyu da hemen Meclis başlar başlamaz parti gruplarıyla müzakere edip onların gündemine taşıyacağım.
Muhtemel anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde değişiklik olacak mı? Muhalefetten bu yönde bir talep var mı?
Bu bir süreç meselesi. Şu anda herhangi bir partinin “şöyle bir taleple geldim” dediği bir durumda değiliz. Ama ihtiyaçların neler olduğu belli. Zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanımız da “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bazı revizyonlara gidilebilir” diye açıklamalarda bulundu. Öncelikle temel prensipleri koyarak; denge denetim işlevlerinin sağlanması, güçler ayrımının çok hassas bir şekilde korunması, hatta yargı üst yönetiminin yeniden düzenlemesi gibi birçok konuda teklifler gelebilir. Bu teklifler gündeme geldikçe müzakere edilir. Eğer partiler ortak bir noktada buluşursa değişiklik yapılır.
Sizden yana da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bir revizyon hissedebilir miyiz?
Bu zaten söylendi. Birtakım revizyon ihtiyaçlarının olduğu aşikardır.